3 Mayıs 2011 Salı

Sen Seversin Diye

Kapıyı açtım, karşımdaydı, elinde kocaman bir kase dolusu çilek. Biraz utangaç, '' Sen seversin diye...'' dedi. Çilek kokuyordu. Bir çocuk güldü yüzünde. O andı işte, anladım ki binlerce sözcükten, binlerce cümleden, binlerce seni seviyorumdan kıymetliydi söylediği. ''Sen seversin diye'' diyordu. Hem ''Seni seviyorum.'' diyordu, hem de ''Seni tanıyorum.'' Duymaya gerek yoktu başka şeyi, sevdiklerimi bile seviyordu işte...

28 Aralık 2010 Salı

Duygu kutusu


Duygularımı biriktirdiğim kutuya bazen bakıyorum. Çok birikmişse pencereden aşağıya boşaltıyorum umarsızca. Kimin üzerine dökülürse dökülsün, hiç düşünmüyorum. Ekseri biriken duygular umutsuzluk ve hüzün oluyor ya, en komiği de bu. Bu sabah şen kasap Cumali'nin üzerine döküldü. Adamcağız gün boyu bir keder, bir sıkıntı içindeydi ki sormayın. Bütün mahalle seferber olmuş merakla Cumali'nin yanına koşuşuyordu. Şu yaşlı şirret Şefika var ya, hani şu kızını, Cumali'ye yamamaya çalışan; işte o topal bacağıyla seğirtip girdi dükkana. ''Ayol Cumali Bey oğlum, neyin var senin? O güller açan güzel yüzüne noldu? Göndereyim bizim Ayten'i ne derdin varsa anlat için rahatlar oğlum.'' diyordu en yapmacık ses tonuyla. Oradan geçiyordum kıkırdayıp durdum. Duydu şirret, hemen dışarı çıktı, iki elini dayadı beline. ''Kız sendin değil mi o mendebur? Ne musallat ediyorsun kara kalbinin sıkıntılarını millete? Bak bir daha o pencereden bir şey dök; vallaha da gelir kafanı kırarım senin!'' Cevap verecektim ama kaçıp uzaklaştım oradan. Ne işim olur elalemin şirretiyle? Uzun süre yürüdüm, yürüdüm, ayaklarım sıcak asfalta basmışım gibi yanıyordu soğuk kış gününde. Bir martı çığlığı duyunca baktım deniz kenarındayım. Rüzgar, puslu bir hava, ha yağdı ha yağacak. Üşüdüm, kırmızı paltomun kapuşonunu geçirdim kafama. Burnum üşümüştü, Güldüm kendime. Çocukluğumdan beri hep gülerim, ''Şimdi burnum kıpkırmızı olmuştuuur, yanağıma kırmızı güler konmuştuuur!'' diye. Kıkırdadım. Eskiden olsa, oturur ağlardım, hemen bütün arkadaşlarımı arar anlatırdım ne yaşamışsam. Artık büyüdüm diye kıkırdadım. Onunla kavga etiğimi bir tek o, bir de ben biliyorum diye kıkırdadım. Ne bileyim sanki biraz daha büyümüşüm gibi. Sanki hayatın sırrını bir tek ben öğrenmişim gibi. Habire kıkırdayıp duruyordum artık. Hayatı önemsediğim ölçüde safdışı kaldığımı öğrendiğim için de kıkırdadım. Eve geldim, hala kıkırdıyorum. Baktım kutuya şimdi, bir sürü duygu birikmiş yine. Kalkıp balkodan aşağıya döküp geleyim. Kısmet kimeyse artık...

22 Aralık 2010 Çarşamba

İnsan Manzaraları- Boşanalım Artık Rıfat


Kocamdan boşanmaya karar vermiştim. Ama onun haberi yoktu. Hala o umursamaz, ruhsuz tavrına devam ediyordu. Nasıl olsa ben hep vardım. Hayatının merkezindeydim aslında ama bir o kadar da dışında.

Efendim benim kocam ne etliye karışır, ne sütlüye. Bir şey sorsam ''Sen bilirsin, benim için farketmez.'' der çıkar. Hayatı baştan sona aynı. Akşam işten çıkar, on dakikada evde. Ne bir yere takılır, ne arkadaşı vardır. Doğruca eve gelir, üstünü değiştirip yandan çizgili eşofmanını giyer, ''Yemekte ne var karıcığım?'' diye sorar. ''Elinin körü var.'' derim çoğunlukla. Gülerek gazeteyi alır, okunmadık tek bir harf bile bırakmaz. Sonra uyuklayıp uyanır. Aklına üniversitede okuyan ikiz kızlarımız gelir.''Kızlarla konuştun mu?'' diye sorar. ''Evet'' derim. Düşünüyorum da çocuk yaparken bile kişiliğinden taviz vermemiş. Aynısından iki tane...

Yemek seçmez, her şeyi yer. En sevdiği yemek karnıyarık. Ayda bir mutlaka ister. Karnıyarık yaptığım gün diğerlerinden farklıdır. O gün işten geldiğinde kokusundan tanır. ''Vaay, bizim Füsun Sultan döktürmüş yine!'' der. Gazetesini daha hızlı okur, uyuklamadan yemeğe oturur. O gün yaşanan bu değişiklikten ben de heyecan duyarım genelde. Şirin görünür gözüme...

Yatağın sağında yatar, sabah mutlaka sağından kalkar. Gider, duş alır, giyinir, kahvaltıya oturmadan '' Füsun, günaydın karıcığım.'' der. Bir dilim peynir, üç zeytin, yarım domates yer, bir bardak çay içer. ''Geç kalmadan gideyim artık.''der, çıkıp gider.

İşte böyle... Her gün ama her gün aynı şeyler yaşanır bizim evde. İşte bu yüzden sıkılmış, hayatımda biraz renk istiyordum. Karnıyarık yaptığım günlerden bile daha renkli bir şeyler istiyordum. Değişmeyeceğini bildiğimden, boşamaya karar verdim. Ama nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum , mektup yazmaya karar vermiştim. Önce evi bir toparlalayım dedim. Rıfat'ın yastığını düzeltirken altında bir mektup buldum. Bana yazmıştı :

''Sevgili karım, Füsunum. Bunları yüzüne söylemek isterdim ama yapamadım, yazmaya karar verdim...

Bilirsin seni çok severim. Hiçbir zaman da sevmekten vazgeçmeyeceğim. Ama sultanım bunaldım artık. Şurada önümde toplasan 30 sene var yok. O yüzden hayatımın geri kalanını daha iyi, daha renkli bir şekilde geçirmek istiyorum. Efsunum benim, senden boşanmaya karar verdim. Neden mi?

Yirmi senedir, her şey aynı, bana yaşattığın herşey aynı. Sabah kalkarsın, o aynı rengi bozuk sabahlık içinde, aynı şeyleri hazırlarsın kahvaltıda. Bir dilim peynir, üç zeytin, yarım domates, bir bardak çay. Hiç ses etmedim. İnsan bir yumurta kırar yahu! İşten gelirim, hiçbir yere uğramam, bir yerlere takılıyorsun diye laf etme diye. İçeri girerim aynı tavırlar, aynı sorulara aynı cevaplar, beni de kendine benzettin be kadın! Muhabbet olsun diye oradan buradan laf açarım ne bileyim kızları falan sorarım, gerisi gelmez. Bazen aklıma geliyor, doğururken bile tekdüzeymişsin, aynı çocuktan iki tane doğurdun. İnsan birini farklı doğurur bari!

Yemeklere gelince; karnıyarığı ne çok severim bilirsin. Ama ayda ancak bir kere yaparsın. Anla be Füsunum, anla artık, seviyorum işte yap şunu bari en azından haftada bir gün!



Her hareketini tahmin etmekten sıkıldım . Gezmek istemezsin, tozmak istemezsin, ne arkadaşın var ne dostun. Çok sıkıcısın Füsunum. Ha çok severim seni o ayrı. O efsunlu bakışına kurban olurum ama olmuyor hatunum.Baktım değişeceğin yok, düşündüm taşındım, senden boşanmaya karar verdim. Söyleyeceklerim bu kadar. Bir düşün taşın karar verelim, bu iş bitsin. Rıfat''



Mektubu okudum, artık haftada iki kez karnıyarık yapıyorum. Boşanmak ne kelime! İkinci baharımızı yaşıyoruz Rıfatım'la...

21 Aralık 2010 Salı

İnsan Manzaraları- Huzur Evinde Huzur Bulamayan Nevin Hanım

Şu zamanla başım dertte. Dayanamıyorum işkencelerine. Öyle ki, odadaki tüm saatleri kaldırdım. Ama hayatımdan silemiyorum ki...Zamanın izlerini bir huzur evinden daha derin nerede bulabilirsiniz ki? Buradaki herkesin kendince derdi vardır zamanla.
Çoğu geçmişe dönmek ister. Eski, canlı, neşe dolu kalabalık günlerine. Eskiden kalma hatıralarıyla doludur dolapları,odaları. Eski fotograflar, giysiler, mektuplar...
Kimi huzuru bulmuştur burada. İkinci baharını yaşayan çok arkadaşım var. Onlar da geç buldukları bu mutluluğu kaybetmemek için dursun isterler zaman. Hep bahar yaşansın sevgili koynunda...

Kimi de geçsin ister zaman. Benim gibi.Geçsin de, beni bir puslu hayal gibi bıraksın geçmişte. Geçsin de, öleyim artık. O yüzden kavgam. Her sabah uyandığımda, yatağımda ölü bulmak istiyorum kendimi.Sessizce gitmiş olmak istiyorum ama yok zamanın oyuncağı gibiyim...
Oysa gençken, canımdan farksız bir eşim vardı. Çocuk sahibi olamadık, birbirimizi sahiplendik delice. Çok sevdiğimiz dostlarımız da vardı. Sık görüşür, çok eğlenirdik beraber.Derken eşim gitti sonsuzluğa. 48 yaşındaydı. Gençti daha, yoldaşım, sırdaşım, hayat dostumdu. Ama gitti. Çok emindim ardından hemen öleceğime. Zira daha önce tatmıştım ölümün soğuk tadını. Bir trafik kazası geçirmiş, günlerce komada kalmıştım ama geri dönmüştüm. Ne kadar sevinmiştik eşimle. Hayata geri dönmenin mutluluğunu yaşamıştım yeni doğmuş gibi. Daha bir bağlanmıştım hayata, eşime dostlarıma. Ama bu ikinci şansın intikamını aldı zaman benden, tüm sevdiklerimi alarak. Eşimden sonra dostlarım da gittiler teker teker. Bu lanet olası dünyaya geri dönmem için mutluluk duyacak hiçbir sebebim yoktu artık. Yıllarca yalnız yaşadıktan sonra geldim buraya. Ölüm buradaydı hep, sürekli canlıydı burada ölüm. Beni de alsın diye geldim.

Odam her zaman derli toplu.Her gece yatmadan temizlenip paklanıyorum. Saçlarımı tarayıp, topluyorum. Beyaz geceliğimi giyip gelin gibi süsleniyorum ölüme.Var mıdır benim gibi bekleyen acaba?

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Nene Oldum Gidiyorum


Hani evli çiftlerin tipik bir muhabbeti vardır ya ''Ayy şenin yaşlılığın hiç çekilmez, ıyhhhhh'' Tabi bizde de çok geçmiştir, öyle ki ben bunu takıntı haline getirip enine boyuna çok düşündüm nasıl bir nine olacağımı.Herşey hazır, şöyle bir 65'i devireyim Allahın izniyle; tatbik etmeye başlayacağım. Şöyle bir göz atalım:


1.Teknolojiden asla vazgeçme, son çıkanları takip et.
Şimdiki teknolojiye göre düşünürsek; şöyle aile meclisi kurulup da torun torba etrafıma dizilince bana yeni çıkan fotograf makinelerinin, cep telefonlarının hangisini tavsiye edersin nene? Şu cep telefonu kaç megapixel diye sorduklarında, oturaklı bir cevap verecek altyapıya sahip olacağım.

2.Pamuk nine imajını asla kullanma
Ne olursa olsun asla yün yumağına dönmüş saçlarla ortaya düşmeyip, dönemin moda saç rengi neyse o renge boyayacağım.Unu eledim eleğimi astım tarzı kıyafetler yerine sportif ve enerjik bir şekilde giyineceğim.

3.Fiziksel gücünün elverdiği ölçüde kendi işini kendin yap
Allah kötüsünü vermesin,fiziksel bir engelim olmazsa her işimi kendim yapacağım, öyle oturduğum yerden geline kıza emretmeyeceğim.Kurda sormuşlar, ''ensen niye kalın?'' diye; ''her işimi kendim yaparım'' demiş.

4.Eve kapanma dinamik ve sosyal ol
Benim yaşım geçmiş deyip dizime battaniye örtüp kucağımla kediyle oturmayacağım.Dernekler kurup aktif üyelikle çalışacağım,geniş bir arkadaş çevrem olacak.Gözüm kapıda çocukların beni hatırlamasını beklemeyeceğim.
Bunlar ana maddeler.Daha yaşım genç,o zamana kadar listeyi uzatırım. Zaten bu devirde 65 yaş üzerine çıkabilirsek ne mutlu bize...

6 Temmuz 2010 Salı

Kısır Döngü

Ders çalışmayla geçirilmiş bir gecenin ardından, uyumadan önce bir fincan Türk kahvesi içmeye çıktım balkona. Sakince aydınlanan gökyüzü, hep özgürlük simgesi olmuştur benim için. Sonsuz bir ahenkle uçuşan kuşlar, yataklarında uyuyup bu en güzel zamanı kaçıran insanlığa çığlık çığlığa anlatmaya çalışır derdini. Bu çağrıya yanıt verdiğim ve sessizliğin tadını doya doya çıkardığım için şanslı saydım kendimi. Bir iki saat sonra insanlar binbir telaşla uyanacak, işlerine gidecek, sokaklar insan kalabalığına bürünecek, saatler süren bir hengame içinde olan sonsuz bir huzurla doğan güne olacaktı yine. Özgürce, sessiz ve gösterişten uzak bir şekilde başlayan gün, her saniyede biraz daha kirlenerek geceye dönecek, karanlığı örtü edip gizlenecekti insanlardan. Ve bu kısır döngü sonsuza dek kendini tekrar edecek, her gecenin ardından yeniden doğacaktı karanlığın içinden. İşte bu yüzden kızdım martılara, çığlıklarıyla uyandırmaya çalıştıkları için insanları yeni doğan sabaha...